Aralık 12, 2017

Hiç_

Karlı bir kış gecesiydi düşünceler beni sardığında, yılbaşından üç gün sonrası. Bir apartmanın sekizinci katındaki eşyalı dairemizdeydim. Açıkçası düşüncelerimde kayboluşlarım daha eskiye dayansa da kaybolmak nefes almak gibi normaldi benim için yıllardır. Ama içimdeki tartışmalar o gece çok başka bir yere geldi. Çok aniydi. Başlarda, yorgun bir günbitiminde başlayan kar yağışını dondurucu soğuktaki balkonumuzdan izlemek iyi gelmişti. Sıcak bir kahveyle beraber düşen kar tanelerini izlemek dinginlik vermişti. Ta ki havanın karanlığının çöküp beni bambaşka anlara götürmesine karşı çıkamayana dek.

benim de ölümüm gelip çatacak bir gün
ışık dalgalarıyla parıldayan bir baharda
uzak ve dumanlı bir kışta
ya da feryat figandan arınmış bir hazanda
_Furuğ 

(Kış bebeğiyim ben. Oldukça kar yağışlı bir günde, annem misafirliğe giderken daha fazla dayanamamışım karnında. Ne acelem varmış bu dünyaya gelmek için inanın bilmiyorum. Oldu işte bir defa ki bu satırları dahi yazacak birine dönüştüm, geri dönemiyorum.)



Bir salonu ve açık mutfağıyla bir yatak odasına sahip olan dairemizde bize ait en yoğun şeyler kitaplardı. Onlar da olmasa benim ben olmadığımdan emin olacaktım. Muhtemelen o bulantım da çok daha öncesinde başlayacaktı.

Zamandaki an parçasının minnacık bir yerinde tutan bir iç çekilmesiydi benimki. Aslında hiç aklımdan çıkmayan fakat -an parçalarının bazılarında- beni bayıltacak hale getiren ölüm düşüncesiydi içimi tüketen. Üstelik keşke kendi ölümüm olsaydı dediğim bir ölüm bu. Annemin yokluğunun yüz seksen üçüncü gecesiydi o gece.

Bulantı'yı uzun zaman önce okumuştum. Varoluş sancısı çektiğim zamanlarda oradakine yakın hisleri de yaşamıştım. Hiçbiri o geceki kardan tiksinişimin raddesine ulaşamazdı. Balkon camından dışarıya doğru sarkarak yakmıştım sigaramı. Günlerdir doğru dürüst uyku uyuyamamıştım. Ama sanki bir sürü taş yutmuşum gibi geçen yüz seksen üç günde benliğiminin konuşmaları iyice değersizleşmişti. Saatlerce boş bir sayfaya, bir duvara ya da öyleyce boşluğa bakabiliyordum. İşte öylece kar yağışını izlemeye daldım ardı ardına çekilen sigara nefesleriyle. Bütün Ankara bembeyaz olmuştu. Saat oldukça geçe vurduğu için hiç ayak izi de yoktu.

"Yarın annemle karda yürüyelim." diye geçmişti içimden. Minnacık bir an parçası. Kahreden bir an parçası. Tüm yaşamımı mahfeden an parçalarının en derini. Beni ayak bileğimden çeken bir an parçası.

Ve o fark ediş; bu yağan karın toprak üzerini kaplaması ile onun üşüyeceği düşüncesi. Buz gibi havada onu yalnız bırakmışlık hissi. Düşen her kar tanesine duyulan nefret. Domino taşlarının yıkılışı kadar hızlı geçen diğer tüm boğulma anları. Aniden öğürmeler ve kardan tiksinti. Olduğun yere çökme ve hıçkırıklar. Aylarca -yıllarca-  süren etkisi.

Artan bir ivmeyle özlüyorum. Hiç geçmedi. Hiç geçmeyecek. Hiç bitmeyecek. Hiç olmayacak. Hiç dinmeyecek.


Hiç.
Hiç.
Hiç.



,