Kasım 28, 2011

Moda


Ne kadar da uzaksın artık.



***

Günlerdir ağlamamak için direniyorum. Birisi 'nasılsın' diye sorduğunda; kendimi, maskelerimden birini takıp arsızca 'harikayım' derken buluyorum. Ama bu böyle olmaz. Olmayacak.

Neden?


Ne çok sigara içmişim meğer. Ne uzun, ne kısa bir gece bu.
Şimdi en güzel halini alıyor gökyüzü. Ne kadar da okyanusa yakın bir mavi. Derin mavi. Nefes mavi. Gök mavi.
Ezan okunacak yine. Her gün, sabaha karşı olduğu gibi.
—Lanet olsun, bi' gün de ezanı bulmadan uyu!

Uyumayayım o halde. Ne gerek var ki. Bu gün de uyumayayım. Yapmadığım şey mi sanki. Bu gün, kendim için uyanık olayım. Kendim için.

Uyanık mı?

Şaka yapıyorsun.
—Sana hiç şaka yapmadım.
—Gerçekten mi?
-Çünkü şakadan hiç anlamıyorsun.

İlk vapur kaçtaydı acaba? Ne fark eder ki? Gidip Beşiktaş’ta bekle en iyisi, tek başına yurtta oturup delirmekten iyidir.
—Vapurun alt kattaki kenarlara oturup denizle iç içe olmak istiyorum.
—İç içe olamazsın. Zaten içindesin. Dipte. En dipte. Boğuluyorsun.

Ah Kadıköy... Nasıl özlemişim seni!


Peki ya sonra?


Yürüdük.
Yabancı yoktu yanımızda. Ben ve benler. Ama çok kalabalıktı. Gevezeler, birbirleriyle kavga edip durdular. Tüm gece yaptıkları yetmiyormuş gibi üstelik. Bitap düştüm.
—Susun artık!


Sahil, sakin ve de sessiz. Bu saatte böyle oluyormuş demek ki... Hâlbuki ne kadar da güzel saatlermiş. Ne kadar güzelmiş deniz. Ne kadar güzelsin. Yüzün, gözün. Ellerin. Güneş, göz bebeklerinden süzülüyormuş gibi.

Bilmiyorum.

Neden Moda'ya geldim, hiç anlamadım.

Hüzün kokuyor bu ağaçlar, duyuyor musun? Hani yıllar önce kuruttuğun bir gülün kokusu gibi. Yok gibi. Biz gibi.
—Lanet olsun, neden kestin avucumu?!
—Ruhunun acısını ancak fiziksel bir acı bastırdığında unutabilirsin çünkü. Bir süreliğine de olsa. Avucunun kesiğine bak ve herkesi sustur şimdi. Kahve içeceğiz denizle biz.

***


Sadece gözüme bir şey kaçtı.
  





8 Kasım '11